Özgür olmanın önemine geçmeden önce, özgürlüğün ne anlama
geldiğine bakalım.
Türkçe Sözlük (tdk.gov.tr) özgürlüğü şöyle tanımlıyor. 1-Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın
düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî: 2.
Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi
düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu,
Budist öğretiler; özgürleşmeyi, bireyin döngüsel
varoluşun acılarından kurtulması olarak tanımlıyorlar. Özgürleşmenin kişinin
kendi huzuru için büyük bir amaç olması gerektiğini savunuyorlar. Ve başkalarına
zarar vermekten vazgeçmenin yanı sıra bunu yapmakla ilgili birincil ve ikincil
düşünceleri de terk edilmesini öneriyorlar.
Halk arasında ise kafasına göre takılmak, kendi bildiğini
okumak şeklinde tanımlanıyor.
Bu üç farklı kaynağa ait tanımları tek bir cümlede toplarsak,
şöyle bir tanım ortaya çıkar;
“Kafamıza göre takılabildiğimiz,
bildiğimizi okuyabildiğimiz, dış etkenlerden etkilenmeden, kısıtlanmalara bağlı
olmadan bağımsız düşünüp, davrandığımızda, acılardan kurtulduğumuzda kendimizi
özgür hissedeceğiz. “ Şimdi de bu tanımı
ilk kelime grubundan başlayarak analiz edelim.
Neden kafamıza göre
takılmayıp, bildiğimizi okuyamıyoruz? Çünkü diğerlerinin nasıl düşündüğü çok önemli.
“Çok para kazanamazsam, şöyle bir insan
olamazsam, şunun tarafını tutmazsam, ona destek veremezsem olmaz! Sonunda yalnız
kaldığımın resmidir. “ şeklinde düşündüğümüz sürece kafamıza göre takılamayacağız.
Bu durumda sorumuz şu; Gerçekte özgürlüğümüzü kısıtlayan kim ya da neler?
Neden dış
etkenlerden etkilenmeden, bir takım kısıtlamalara bağlı olmadan bağımsız düşünemiyor
ve davranamıyoruz? Çünkü diğerlerinin neler yaptığı çok önemli. Hatta bu
duruma “sosyal medyayı takip etmek” deniliyor. Sosyal medyayı takip ettiğinizde
neler oluyor? Kişisel değerleri, doğru bildiklerimizi, etik kuralları bir kenar
da bekletiyoruz. Onlar kenarda bekletildikçe, unutulup gidiliyorlar. Bu durumda
değerlerine arkası çevirerek, kendini sınırlandıran kim?
Acılardan kurtulmak
neden çok zor? Çünkü bir şekilde
birileri çıkar ve haksızlık yapar. Bunun üzerine haksızlık yapan arkadaşımızı,
diğer arkadaşlarımıza şikayet ederiz. Televizyon dizilerindeki haksızlık temasına
rast geldiğimizde hemen arkadaşımızı hatırlarız. Onu her hatırladığımızda ise
tekrar öfkeleniriz. Arkadaşımızın yaptığı doğru bir hareket olmasa da sadece bir
kereliğine yapılmıştır. Geçmişteki bir olayı, sürekli gündemde tutmak acıyı yok
edeceğine daha da yoğunlaştırır. Başka bir acı örneğinde ise şöyle olur; Sürekli
huzuru ararız ama yine de diğerlerinin
işine karışmaktan da kendimizi alamayız. Bu da bizi negatifte bırakır. Negatif
enerjinin acı vermesi ise doğal bir
sonuçtur. O zaman acının hayatınızda olmasının
gerçek suçlusu kimdir?
Dalai Lama’nın çok sevdiğim bir sözü var (*)
“Eğer herhangi bir
sorun varsa, önce sorunun çözümü olup olmadığı araştırılmalıdır. Eğer
yapabilecek bir şey var ise üzülmeye gerek yoktur. Yapılabilecek bir şey yoksa
yine üzülmeye gerek yoktur. “
Aynı şekilde özgür olmak sizin için önemli ise, durumunuzu
analiz edin ki biraz önce çok kısa bir analiz yapmıştık. Bana göre bu analiz
sırasında bizi kısıtlayanın seçimlerimiz, düşünce tarzımız, davranışlarımız,
laflarımız olduğu ortaya çıktı. Eğer bu konuda bir şey yapmak istemiyorsanız,
yapılacak tek bir şey kalıyor; özgür olamadığınıza dair üzülmeye ya da şikayet
etmeye gerek yoktur.
Her Daim Sevgi ve Işıkla
www.nefestr.com
(*) Bu sözün originali 8.yy’da yaşamış olab Budist Shantideva’ya
aittir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder