Soluduğumuz havada ne var? Bu soruya da yanıt verdikten sonra bir
süreliğine nefesle ilgili yazılarıma ara veriyorum. Yeni tartışma konusu ya da
sorularınız olursa tekrar nefes konusuna dönebiliriz.
**** “ Soluduğumuz hava içinde birçok
gaz vardır. Oksijen en popüler olanıdır. Çünkü oksijen enerjimizi yükseltendir.
Peki onca gaz içinden oksijenin ne
kadarını almalıyız? Bu soru çok önemlidir. Hava; %21 oranında oksijen, %78 oranında azot,
%0.93 oranında argon, %0.03 oranında karbon dioksit ve içlerinde değişken
miktarlardaki su buharının (nem) da yer aldığı diğer az miktardaki gazlardan
oluşur(1). Burada bizi ilgilendirenler; oksijen, azot,
karbon dioksit ve sudur.
Guyton ve Hall’un Medikal
Fizyoloji Ders Kitabının 9. baskısında belirtildiği gibi, havadaki gazlar
akciğerin dışında, içinde olduklarından farklı yoğunluklara sahiptir. Akciğerin
içinde ise, hava bu organın en uç noktaları olan alveol’lere giderken
nemlendirilir ve buradaki su buharı diğer gazları seyreltir. Gaz
yoğunluklarındaki değişiklikler aynı zamanda, alveol’lerin içindeki havanın
sadece bir bölümünün her nefeste yenisiyle değiştirildiği bilgisiyle
açıklanabilir. Oksijen sabit bir şekilde alveol’lerdeki hava tarafından emilir,
karbon dioksit sabit bir şeklide alveol’lere nüfuz eder. Yani, fazladan su
buharına, oksijen emilimine ve karbon dioksit boşaltımına bağlı olarak,
alveol’lerin içindeki gaz yoğunlukları atmosferdeki havadan farklıdır.
Alveol’lerin içindeki hava; %14 oranında oksijen, %75 oranında azot, %5 karbon
dioksit ve %6 su buharı içerir.
Alveol’lerin içindeki %14’lük oksijen yoğunluğunu, %21’lik atmosferik
yoğunluğa ancak Transformal Nefes seanslarında olduğu gibi nefesi artırarak ve
etkinleştirerek yaklaştırabilirsiniz. Nefes hacmi ve ritmi artınca, oksijen oranı
da artar. Yani alveol’lerin içine kan tarafından alınıp götürülebileceğinden
daha fazla O2 alırsınız. Bu O2’nin
alveol’lerin kılcal zarına doğru nüfuz edişini artırır ve kandaki oranının
çoğalmasıyla sonuçlanır. O2’nin kandaki yoğunluğundaki artış,
dokulardaki ve hücrelerin içindeki oksijen oranının da artışına yol açar.
Kan akışındaki hızlanma,
hücrelere daha çok besin ve oksijen taşınmasına; hücrelerden daha çok
karbondioksit ve diğer metabolik atığın toplanmasına neden olur. Yüksek
miktarda O2 dağıtımı, hücrelere metabolizma hızlarını artırma ve
daha çok enerji (ATP) üretme olanağı
verir. Böylece, dokularda daha çok O2 olur ve daha fazla enerji
üretimi gerçekleşir.
Peki O2’nin dokularda daha fazla olmasının
genel sağlık üzerindeki olumlu etkisinden başka etkileri de var mıdır?
Kesinlikle. Bakterileri ele aldığımız daha önceki bölümde değindiğimiz
gibi, oksijen etken formunda son derece tepkiseldir çünkü hidrojen ve diğer
oksijen molekülleri ile birleşmeye her an hazır ve nazırdır(1) Bir oksijen molekülü (O2) biraz
elektrik yükü kaybederek bir süperoksit radikal’e (O2-), bir
hidrojenle birleşerek bir hidroksi radikal’e (OH-) dönüşebilir ya da iki
hidrojen molekülü ile bütünleşerek hidrojen peroksit şekline bürünebilir (2)
Bu kimyasallar; bir hücre, hayvan ya da
bakteri için son derece toksiktir. Oksijen ve radikalleri tıpkı bir
tahterevallide olduğu gibi dengededir. Birbirleriyle serbestçe bir araya
gelirler ve istikrarlı oranlarda bölünebilirler.(1) Daha
fazla oksijen ekleyerek süreci dengeyi korumak için daha fazla oksijen
radikal’i üretmeye doğru yönlendirebiliriz. Böylece, daha fazla hidrojen
peroksit, süperoksit radikal’leri ve hidroksi radikal’leri O2
artışına neden olur. (2) Peki ama radikaller zararlı değil miydi?
Evet ama, sadece aşırı miktarlarda olduklarında.
Radikallerin
üretiminin ve parçalanışının dengesi bozulunca, sağlık da bozulur. Çok fazla
oksijenin yıkıcı etkileri vardır ve bu etkilerin yarattığı sürece oksijen
zehirlenmesi denir. Oksijen zehirlenmesi süreci iyi anlaşılamamıştır ve kötü
tanımlanmıştır ama yine de bazı parametreler belirlenebilmiştir.(2) Oksijenle ilgili üç değişken
bulunmaktadır. Bunlar yüzde, basınç ve maruz kalma süresidir. Bunlardaki
yükselişler, zehirlenme riskini artırır.
Oksijen
zehirlenmesi belirtileri kendilerini en çok sinir sistemi üzerinde gösterir.
Yaygın belirtiler; titreme (tremor), seğirme, kasılma ve çırpınmalardır. Bunlar
normal atmosfer basıncında hava (bir gaz bileşimi olduğunu hatırlayın) solurken
gerçekleşmez. Bu zehirlenme, %50 ya da daha fazla oksijen içeren havayı, normal
atmosfer basıncının iki katı ya da daha yüksek basınçlarda soluyan insanlarda
görülür. (2)(3)
Maruz kaldığınız atmosferik
basıncı 2 atmosfer artırmak için, su seviyesinin yaklaşık 10 metre altına dalmalı
ya da basınç odasına girmelisiniz. Hava %20 civarında oranında oksijen
içerdiğinden, normal atmosferik basınçlar altında nefes alarak havadan %20’den
fazla oksijen almanıza olanak yoktur. Yani, Transformal Nefes sırasında oksijen
zehirlenmesi gerçekleşebilecek bir şey değildir. Bedenlerimizdeki normal
sağlıklı hücreler, radikallerin yapabileceği tahribata karşı onları koruyacak
enzimlere sahiptir. Sadece bu enzimlerin işleri başlarından aşkınsa, sorun
yaşanabilir.
Yani, O2’nin nefes hacminin ve hızının yükseltilmesi yoluyla
artırılması aynı zamanda radikal oluşumunu da artırır. Bununla birlikte,
hücrelerimiz koruyucu enzimlere sahiptir. Ayrıca, bunları birçok bakteri ve
kanser hücresinden daha başarılı bir şekilde üretirler. Katalaz ve peroksidaz
enzimlerinin hidrojen peroksit molekülünü parçaladığını hatırlayın. Süperoksit
dismütaz enzimi oksijen radikalini iki hidrojen molekülüyle birleştirerek
hidrojen peroksit oluşturur ve açığa kararlı bir oksijen molekülü çıkarır. O2’nin
dokulardaki bu artışı kendi hücrelerimizin ve bedenlerimizin sağlığını
geliştirirken, bakterilerin ve kanser hücrelerinin yok edilmesine yardım eder.
“
Her Daim
Sevgi ve ışıkla
****Dr.
Judith Kravitz’in yakında piyasaya çıkacak olan kitabından alınmıştır. *****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder