Zihin,
fiziksel olmayan bir tür enerjidir. Önemli olan onu nasıl deneyimleyebileceğimizi
bilmektir. Zihin, ormandaki ağaç ve dağların suda yansıması gibi net ve doğal
olarak kendini yansıtır ve sürekli an ve an değişir. Düşünceler, duygular,
algılar, hatıralar hepsi zihni oluşturur. Zihinsel etkenler olarak bilinen niyet,
iletişim, duygular, tanıma ve dikkati kullanarak dışarı ile etkileşim halinde
oluruz. İlham, inanç, farkındalık, azim, bilgiyi kullanarak da dış dünyamızı
şekillendiririz.
Zihin
inanç, vicdan ve ahlak kurallarına sahip olduğunda, bağımlılıklar, sıkılganlık,
yanlış bakış açısı, ve nefretten uzaklaşır, diğerlerine zarar vermemeye başlar
ve sonunda pozitif hale gelir. Arzular öfke, gurur, cahillik (yanlış bakış açısı),
şüphe, 5 acı kaynağı ( depresyon, korku, nefret, kıskançlık, kızgınlık) ise
zihni pozitif halinden uzaklaştırırlar. Bu da zihnimizin içinde sürekli devam
eden bir savaşın varlığını kanıtlar. Dini kaynaklar zihnin negatif ile pozitif hali
arasındaki savaşı anlatmak için “ cihat”
metofurunu kullanmışlardır.
Zihnin
içindeki bu savaş milyonlarca yıldır devam ediyor. Sona ermemesinin sebebi ise
biziz. Sürekli olarak taraf değişikliği yapıyoruz. Bazen bir tarafı, bazen de
diğer tarafı destekliyoruz. Hatta her ikisini de desteklediğimiz zamanlar
olabiliyor. Bu şekilde istikrarsız olmaya devam ettiğimiz sürece zihin de net
ve stabil hale gelemiyor. Bence nasıl bir düşmanla dans ettiğimizi hatırlama
zamanı geldi. Bir kere bu düşman hep yanı başımızda. Bize fark ettirmeden gizlece
yaşamımızı sızabiliyor. Beş duyumuzu etkileyerek algılarımıza müdahale edebiliyor.
Nasıl mı?
Mesela
içimize öyle bir korku salıyor ki yerde duran siyah bir ipliği akrep
zannebiliyoruz, Böylece basit bir iplik tehdit haline geliyor. Başka bir
örnekte çok sevdiğimiz bir dostumuzun düşmanımız olduğuna ya da canımızdan çok
sevdiğimiz annemize kötü davranmamıza sebep olabiliyor. Anlayacağınız tüm insiyatif
onun elinde. Her defasında o kazanıyor. Peki, buna izin vermeye devam edecek miyiz?
Bence bu sorunun yanıtı “hayır “
olmalı.
Bu
düşmana karşı yaptığımıza savaşta yapılacak tek şey tıpkı onun bize yaptığı
gibi dikkatini dağıtmak. Bunun için de çok parlak bir ışığa ihtiyaç var.Bu ışık
aslında çok yakında zihnimizin içinde bir yerde. Ona ulaşmak için zihnin sabır,
cömertlik, dürüstlük, bilgelik, ve konsantrasyon gibi ışık özelliklerini geliştirmeliyiz.
Savaşırken kullanacağımız silah türü ise sevgi ve şefkat olmalı. Sevgi ve
şefkat silahı çok etkili olmasına rağmen kuş tüyü gibi hafif. Bu silahı sürekli elimizde tutabilmek için konsantrasyon
geliştirmeliyiz. Bunun içinde en etkili yöntem meditasyon ( samatha,
mindfulness) Ben uykumda bile sevgi ve şefkat silahını elimden düşürmemeye
niyetliyim. Niyetliyim diyorum çünkü arada bir sevgi ve şefkat silahını elimden
bırakabiliyorum. Hatta bilinçli olarak yere düşmesine izin verdiğim anlar bile
olabiliyor. Aranızdan, “Aman sen de
şefkat ve sevgi ile oyalanmana devam et, rakibin dış kaynaklar kullanıyor,
güçlü okları ve nükleer silahları var. Bu savaşı kazanmak istiyorsan sen de
aynı silahları kullan diyenler” olabilir J)
İş
bu raddeye geldiğinde “ben susayım tarih
konuşsun “diyorum.” Geçmişte bu
savaşı kazananlar sevgi ve şefkat silahını hiç bir şekilde bırakmadılar,
zihinlerinin ışık tarafına sahip çıktılar. İşte onlar yapabildiyse ben de yapabilirim
“diyorum.
Şimdi
sıra son soruya geldi. Hazır mısınız?
İçinizde
sürekli devam eden bu savaşa sona erdirmek için hangi silahı kullanmayı tercih edersiniz?
Her
Daim Sevgi ve Işıkla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder