29 Mayıs 2011 Pazar

En Çok Hangi Hikayemi Seviyorum….…


Çoğumuz hayat amacımızı öğrenmeyi diler, içimizdeki “Gerçek Ben” i keşfetmeyi isteriz. Bu yazımda “Ben”i arayışımda geldiğim noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önce Budizm öğretilerinden “Emptiness” ten bahsetmek istiyorum. Genelde bu tarz öğretileri anladım sanırsınız, daha derinlere indikçe her seferinde farklı anlamlara ulaşırsınız. Burada bahsedeceğim “Emptiness” öğretinin şu an benim anladığım halidir. Bunun ötesinde bir anlamı olduğunu keşfedenlerden şimdiden özür diliyorum.

Öğretide önce araba örneği verilir. Bildiğiniz gibi lastik, direksiyon, motor, fren balatası, debriyaj gibi parçalar birleşerek arabayı oluşturmaktadır. Verilen örnekte bu parçaların arasında arabanın kendisinin bulunması istenir. Parçalar tek tek analiz edildiğinde araba bir türlü bulunamaz. Çünkü tüm parçalar birleşerek arabayı oluşturmaktadır. Sonra tıpkı araba örneğine benzer şekilde; “Ben”’i bedeniniz içinde bulmanız istenir. Gözleriniz “ Ben” midir? “Beyniniz “Ben” midir? Kalbiniz” Ben” midir? Yoksa “Ben” derinizin içinde veya kan dolaşımınızın içinde olabilir mi? … Nereye bakarsanız bakın“Ben”i bir türlü bulamazsınız.

“Ben” i bir türlü bulamazken yıllar boyu bir “Ben” oluşturma sevdası sürüp gider. “ Ben” kimdir ? Çocuklarına çok iyi annelik yapan mı ? Çok güzel resim yapan mı? Çok güzel yüzen mi? Dedikodudan hoşlanan mı? Karanlıktan korkan mı? İnsanları seven mi? Gururunu her şeyin ötesine koyan mı? Dost canlısı olan mı? Dürüst ve cömert olan mı?........

“Ben” aslında tüm bunların hepsidir. Yani “Her Şey”dir. Her zaman daha başarılı, daha mutlu, daha neşeli, daha sevgi dolu, daha huzurlu, daha iyi, daha barışçıl, daha dingin, daha yardımsever, daha alçakgönüllü, daha dürüst, daha cömert, daha kızgın, daha kibirli, daha açgözlü, daha bencil olma vb gibi bir çok potansiyeliniz vardır. Ne olduğunuz, ne olacağınız evrendeki tüm olasılıklardan oluşur. Evrendeki olasılıkların hepsi onları seçmenizi bekler. Seçtiğiniz olasılıklar kısıtlı olur ise hayatınız da kısıtlı olur. Örneğin; Sadece hem iyi bir anne hem de işinde ve insan ilişkilerinde başarılı “ Ben”i benimsedik diyelim. Günlerden bir gün bu güzel hikayeli “Ben”in başına tatsız bir olay gelir. İşinde başarılı, yetenekli ve iyi bir anne olan “Ben” i eşi terk eder veya arzuladığı terfiyi alamaz veya eskisi gibi kayda değer işler yapmamaya başlar. Başarılı, yetenekli “Ben”’e ne olmuştur? Bir müddet sonra aynı ben ne kadar yeteneksiz ve başarısız olduğu konusunda kendini suçlamaya başlar veya yeteneğini fark etmedikleri için diğerlerinin düşüncesiz olduğuna karar verir. Bu durum özel hayatına da sirayet etmeye başlar. Gün gelir gitmek istediğiniz bir toplantıya davet edilmediğinizi öğrenirsiniz. Belki de geçmişte onları bir çok kez red etmiş olduğunuzdan bu seferkine gelemeyeceğinizi düşünmüş olabilirler. Ama siz bir önceki hikâyenize sadık kalarak dostlarınızın sizi unuttuğuna veya size değer vermediğine dair ikinci bir hikâye yazarsınız. Sonraki gün bu sefer iş yerinizdeki bir toplantıya çağrılmadığınız bilgisini alırsınız. Belki de toplantı gündeminin size ihtiyaç duyulmayacak kadar basit olması sebebiyle çağrılmamışsınızdır. Ama siz bir önceki hikâyenize uygun temayı seçerek çaptan düştüğünüze dair üçüncü bir hikâye yazarsınız. Neler oluyor bana deyip, huysuzlaşmaya başlarsınız. Öyle ki çevrenizdeki insanlar fazla sinirlendirmemek adına sizden uzaklaşırlar. Şimdi de “Artık beni kimse tercih etmiyor” hikâyesi yazılır. Yaşamınızdaki her bir olumsuz girdi zekice başka bir hikâyeye dönüştürülür.

Her şey “Ben”i nasıl kodladığımız ile ilgilidir. Çok başarılı, çok yetenekli ve mükemmel Ben hikayesi… Bu hikayeye öyle çok tutunuruz ki ona uymayan her şey “Ben”i parçalamaya yeter. Gerçekten başarısız olmuş da olabilirsiniz. Yanlış olan başarısızlığın ana hikâyeniz haline gelmesidir. Halbuki siz her şey olabilirsiniz. Bu durum kendisine gelen yeni senaryo tekliflerini elinin tersi ile bir kenara itip, geçmişteki başarısını referans alarak durmadan aynı temalı senaryoları yazmakta ısrar eden çaptan düşmüş film yönetmeninin hikâyesine benzer. Senaryoların özü aynı olduğundan sinema salonları çoğunlukla boştur. Artık sadece film ile ilgili güzel anısı olanlar her şeye rağmen filmi seyretmeye gelmektedir.
Ben de kendi hikâyelerimi fark ettiğim bir günde; hikâyelerim olmadan nasıl yaşayacağım konusu kafamı kurcaladı. Pardon korkutmuştu. Çünkü hayatım yazmış olduğum hikâyelerin bileşkesiydi.

-Bu hikâyeleri olmadan var olabilmek mümkün müydü?
-Yoksa hikâye oluşturmaya devam etmek en hayırlısı mıydı? gibi garip sorular aklıma geliyordu.
Sonra sadece iyi hikâyeler oluşturma fikri geldi. Fikir güzel de olsa hikâyelerin içinde kaybolma riski vardı. Sonra olanı olduğu gibi hikâye üretmeden yaşama fikri geldi. Bu çok daha iyi diye düşündüm. İyi veya kötü olsa da hikâyeleri fark edip sadece gülümseyerek yoluma devam edebilirdim. Peki ya farkına varmazsam ne olacaktı? Arzu ve isteklerimi gerçekleştirme yolunda gecikmelerim olacaktı. Gecikmenin sorumlusu ise sadece ben olacaktım. Hala hikâye yazmaya devam edebilirdim. Hikâye üreteceksem değişik bir şey olmalıydı beni şu andakinden daha ileriye götürmeli, daha mutlu etmeli ve daha keyif vermeliydi. !!!!! Belki de bir sürü hikayem olmalıydı. Böylece herhangi birine tutunmadan kolayca ilerleyebilirdim.
Unutmayın hayatınızdaki hikâyelerin yazarı da, rol dağıtıcısı da sizsiniz. Hikâyenizde rol alanlar da sizin senaryonuza uygun rol yapmak zorundalar, farklı bir şey yapsalar dahi algılarınız onların farklı rollerde olmalarını engelliyor. Çünkü siz çok güçlü bir yazarsınız. Algılarınızdan çıkan neyse o oluyor. Yani kaçış yok. Kendinize bir iyilik yapın ve film sektöründeki bu gücünüzü göz ardı etmeyin. Hikaye yazacaksanız en azından keyifli, neşeli sizi daha iyi götürecek temaları seçin ve olanı olduğu gibi yaşamanın formülü keşfedin….Korkmayın yeni bir şey yaratmayacaksınız.. Sadece gönlünüzün gerçek hikâyesini yazıyor olacaksınız. Düşüncelerimiz ; Ben başarılı bir yüzücü olabilirim. Bunu korumalıyım yerine Ben başarılı bir yüzücüyüm. Geçmişte genelde iyi dereceler almış olabilirim. Bu etapta da başarılı olabilirim şeklinde olmalıdır.

Hikaye yazmakta ısrarcıysanız o zaman hikayelerinizin sorumluluğunu almayı seçin !!!!!!

Yukarıda anlattıklarımı özetleyen güzel bir hikâye ile yazımı sonlandırmak istiyorum.
TUZ TANECİKLERİ VE MUTLU OLMA SANATI...

“Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı...Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi...Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu küçük bir testi suya atıp içmesini söyledi...Çırak yaşlı adamın dediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı...“Tadı nasıl” diye soran yaşlı adama öfkeyle “çok tuzlu” diye cevap verdi...Usta gülümsedi ve bu defa çırağını kolundan tuttuğu gibi dışarı çıkardı...Sessizce az ilerideki gölün kıyısına doğru götürdü ve bir avuç tuzu bu defa göle atıp, gölden su içmesini söyledi.
Söyleneni yapan çırak ağzının kenarından akan suyu silerken mutlu görünüyordu...
Usta yine sordu; “Tadı nasıl?”
-”Ferahlatıcı” diye yanıtladı genç çırak bu defa.
-”Tuzun tadını aldın mı yine?..” diye sordu usta...
-”Hayır” diye cevapladı çırağı...
***
Bunun üzerine yaşlı usta suyun yanına diz çöktü ve genç çırağını yanına oturttu;“Hayattaki ızdıraplar da tuz gibidir...Ne azdır, ne de çok...Izdırabın miktarı hep aynıdır...Ancak bu ızdırabın acılığı, neyin içerisine koyduğuna bağlıdır...Izdırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ızdırabı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir...Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya, hatta derya olmaya çalış...”
***

2 yorum: