Sevgi işini laikiyle beceremediğimizde hayatımıza korku girecektir.
Çünkü bu dünyada her şey zıddı ile var olur. Sevgi yoksa korku var olacak.
Korku yoksa sevgi olacaktır.
Hayatınızda şu sıralar hangisinin etkin olduğu çok
önemlidir. Sevgi ya da korku hangisi varsa an ve an nasıl bir insan olduğunuzu
belirlerler. Korku var olduğunda kendimiz olmaktan çıkarız. Nihayetinde hem
kendimizden hem de diğer insanlardan korkmaya başlarız. Çevrenizdeki insanlara durup
dururken kızıyor ve onları sürekli yargılıyorsanız hayatınızda korku var
demektir. Aslında onu çok yakından hissederiz fakat kaynağının insanlar ya da
kendimiz olduğunu fark edemeyiz. Çünkü sorunun diğer insanlar da olduğunu düşünmek
her zaman daha kolaydır.
Aslında sorun hiçbir zaman insanlar değildi. Zaten
olsaydı şu ana kadar çözümlenmiş olurdu. Sorunun kaynağı maalesef ki biziz.
Kendimizi iyi tanımıyoruz. Kendimizi tanıdıkça kendimize saygı duymaya başlarız.
Her şey olabilir, her şey evimizin içine
girebilir. Kim ne yaparsa yapsın etkilenmemeye başlarız.
Öfkenin bizi neye çevirdiğini idrak ettiğimizde bir daha
aynı duruma düşmemek için neler yapmak gerektiğini öğreniriz. Öfke, kıskançlık
ve hırsın hayatımıza ve başkalarına neler yaptığını görürüz. Bazen pireyi deve
yapmanın nelere mal olabileceğini öğreniriz. Gerektiğinde duraklamanın mümkün
olduğunu keşfederiz. Ve böylece durup dururken kendimizi kaybetmeyiz.
Bağımlılıklara tutunarak kendimizi vazgeçmeyiz. Aşırı
çalışmayız, aşırı yemeyiz. Boş boş konuşmayı bırakırız. Sigara ve alkole
sığınmak yerine bizi özgür bırakacak olana sığınırız. Birilerine yardım ederken
kişisel değerlerimizi yok saymamaya öğreniriz. Sevgi adına enerjimizi sömüren
insanları hayatımızdan kolayca çıkartabiliriz. Ya da onlara daha hayatımıza
girmeden “dur” diyebiliriz.
Verilen tüm zararların kökeninde cehalet vardır. Bu
cehaleti geri çevirmek güvenilir bir rehberle çalışmak ve meditasyon yapmakla
mümkün olabilir. Bu konu ilginizi çektiyse aşağıdaki hikâyeyi de okuyun
“Bir zamanlar genç bir kadın savaşçı
vardı. Öğretmeni ona korkuyla savaşması gerektiğini söyledi. O bunu yapmak
istemedi. Bu çok saldırganca görünüyordu; korkutucuydu, düşmancaydı. Fakat
öğretmeni bunu yapması gerektiğini söyledi ve girişeceği bu savaş için ona
talimatlar verdi. Savaş günü geldi, çattı. Öğrenci savaşçı bir tarafta durdu.
Korku diğer tarafta durdu. Savaşçı kendini çok ufak hissediyordu ve korku büyük
ve öfkeli görünüyordu. Her ikisinin de kendi silahları vardı. Genç savaşçı
harekete geçti ve korkuya doğru gidip üç kez yere kapanarak sordu,
“Sizinle savaşmak için izin verir misiniz?”
Korku, “Bana izni isteyecek kadar
saygı duyduğunuz için teşekkür ederim” dedi. Sonra genç savaşçı şöyle dedi.
“Sizi nasıl yenebilirim?”
Korku yanıtladı. “Benim silahım hızlı konuşmam ve yüzüne çok yaklaşmamdır.
O zaman cesaretin kırılır ve ne söylersem yaparsın. Eğer söylediğimi yapmazsan
hiç gücüm kalmaz. Beni dinleyebilir ve bana saygı duyabilirsin. Hatta benim
tarafımdan ikna bile olabilirsin. Fakat eğer söylediğimi yapmazsan hiç gücüm
kalmaz.” Bu şekilde öğrenci savaşçı korkuyu nasıl yeneceğini öğrendi. “
Meraba sitenizde yazdığınız bir iki yazıya ulaşabildiğim kadarıyla okumaya çalıştım.
YanıtlaSilİşini şansa bırakmadan ona göre dizayn etme üzerine çalışıyoruz.
Teşekkürler.