Tarihte bir çok değerli insan dünyaya barışı getirmeye
çalıştı. Anlaşılan barış denilen şey, öyle bir ya da iki kişinin isteği ile olabilecek
bir şey değil. Ben diyorum ki barışı, hep birlikte “ zarar vermemek” konusuna odaklanarak yaratabiliriz. Geçmişte kadim
bilgiler ve dini felsefeler sürekli zarar vermemenin kutsallığından bahsettiler.
Hatta kendimize ve başkalarına zarar vermemeyi öğrenme ve saldırmamanın
iyileştirici gücü hakkında Budist bir öğreti bile var.
Başkalarına zarar vermemek, kişinin kendisine zarar
vermemesi ile başlıyor. Ben kişinin kendisine zarar vermemesini iğne oyası işlemeye
benzetiyorum. Bildiğiniz gibi iğne oyasını işlemek uzmanlık, kararlılık ve sabırlı
olmayı gerektirir. İşte zarar vermemek de aynı şekilde “zarar vermemek” konusunda bilgili olmayı, kararlılığı ve sabrı
gerektiriyor. Şimdi kişinin kendisini geliştirmesinin neden iğne oyasını
işlemeye benzettiğimi açıklamak istiyorum.
Zarar vermemek, dediğimizde akla gelen ilk şey “şiddet uygulamamak” olur. Dövme,
öldürme gibi fiziksel saldırılar ve başkalarının eşyasını çalmayı şiddet
uygulamalarına örnektir. Bir de zihin ve ifade ürünü şiddet uygulamaları
vardır. Genelde bu tarz uygulamaların farkında olmayız. Başkaları hakkında dedikodu yapmak, kötü sözler söylemek,
boş konuşmak, kötü düşünmek bu gruba girer. Örneğin boş konuşmanın kimseye
zararı olmayacağı düşünülür. Ancak bu yanlıştır. Boş konuştuğumuz sürece kendimizi
geliştiremeyiz. Cahil kalırız. Burada bahsettiğim cahilliğin üniversite okumak,
yüksek lisans yapmakla ilgisi yoktur. Işık dolu adımlar atmayı becerememekle
ilgisi vardır. Ayrıca kendimizi geliştiremediğimiz de yaşam sıkıcı hale gelir. Yaşam
sıkıcı olduğunda da tek bir şey olacaktır. O da mutsuzluk! Mutsuz insanların
geçmişte ne kendisine ne de başkasına faydası dokunmuştur.
Düşünce ve inançlarımızla da başkalarına zarar veririz. Nasıl mı? Örneğin, bir kişi kötü bir şey yaptığında, onu ileride yapabileceklerinden bağımsız kötü olarak ilan ederiz. Yani onun ileride değişme ve dönüşme potansiyelini yok sayarak ona zarar vermiş oluruz. Bunu kendimize de yaparız. Geçmişte yaptığımız kötü şeylerin kalıcı olduğuna inanır, hatta “ artık bu saatten sonra olmaz” deriz. Halbuki herkesin yaptığı yanlışı fark etme ve onarma hakkı vardır.
Düşünce ve inançlarımızla da başkalarına zarar veririz. Nasıl mı? Örneğin, bir kişi kötü bir şey yaptığında, onu ileride yapabileceklerinden bağımsız kötü olarak ilan ederiz. Yani onun ileride değişme ve dönüşme potansiyelini yok sayarak ona zarar vermiş oluruz. Bunu kendimize de yaparız. Geçmişte yaptığımız kötü şeylerin kalıcı olduğuna inanır, hatta “ artık bu saatten sonra olmaz” deriz. Halbuki herkesin yaptığı yanlışı fark etme ve onarma hakkı vardır.
Bir diğer zihinsel zarar örneği ise, kendimizi takdir
etmemektir. Kendimizi takdir etmediğimizde sürekli bir şeyler yapma eğilimi
içinde oluruz. Sürekli yapma halinde olunca da bazı hareket ve davranışların bağımlısı
haline geliriz. Bağımlılıklarımız olduğu sürece korku ve endişelerin hayatımızda
kapladıkları alan fazlalaşır. Takdir konusu ile ilgili başka bir önemli nokta
ise; kendimizi takdir etmediğimizde bu boşluğun başkaları tarafından doldurulmasını
isteriz. Başkaları bu görevi gerçekleştirmediğinde ise bol bol kızarız. Halbuki
başkalarının atadığımız bu görevden haberleri bile yoktur. Kızgınlık
iyileştirilmesi zor bir hastalıktır, hem kendimize hem de diğerlerine zarar
vermememize sebep olur.
Üzerinde çok konuşulmayan farklı bir zarar verme türü de
zihnimizden geçen kötü düşüncelerin çevremizdeki insanları etkilemesidir. Örneğin
kendimizi çok mutlu hissettiğimiz bir gün bir cafe veya bir markete gireriz.
Zihnimizden olumsuz bir şey geçmediği halde kendimizi kötü hissetmeye başlarız.
İşte bu tür anlara diğer insanların zihinlerinden geçen kötü düşünceler sebep
olmaktadır. İstemeden de olsa düşüncelerimizle diğer insanları etkileriz. Aslında “Hiç birimiz masum değiliz”
Son olarak, herkesin bir şekilde maruz kaldığı bir zarar türünden
bahsetmek istiyorum. Başkalarına yardım etmeyi, destek olmayı çok severiz. Öyle
ki destek vermek adına insanların bize karşı saygısızca davranışlarını görmezden
geliriz. İşte bu kendimize verdiğimiz en büyük zararlardan biridir. Bu zarar türü ile, hep kendi değerimizi
düşürür hem de bizim varlığımızdan keyif alacak, verdiğimiz desteğin değerini
bilecek kişilerden kendimizi mahrum bırakırız.
Daha barışçıl ve
sağlıklı bir toplum yaratmak istiyorsak ona buna çatmak ya da suçlamak yerine
önce kendi düşüncelerimizi düzenlemekle başlamalı ve “ Zarar Vermeme” projesini
tüm kalbimizle desteklemeliyiz.
Her Daim Sevgi ve Işıkla
www.nefestr.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder